Kayıtlar

2007 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

paran varsa

cbugün ofise bir arkadaş geldi. izmire mi taşınsam acaba nasıl burası diye sordu. ben de sıkıcı boşver dedim. ortağım da günün lafını koydu: paran varsa sıkıcı değil. gezip tozuyomuşsun sıkıcı olmuyomuş. doğru söze ne denir? sanırım bu dünyada para var huzur var....

eğreti yaşam

Eğreti yaşamlar kuruyoruz hep alt yapısı sağlam olmayan, ve hep bir şeyleri erteliyoruz bu altyapısızlığın zayıflığına dayanarak. Oysa dünya kaçıp gidiyor, kimseyi beklemiyor ki, hiç birimizi. Hele bir şu işe gireyim, hele bir yaşamımı kurayım, hele bir adam gibi para kazanayım, hele şunu da yapayım hele bunu da derken hayallerimiz hayal olarak kalıyor. Erteleniyor.

bilimum

Daha önce de bahsettim bu farktan Bir kentin yaşayanlarının bekleme alışkanlıkları, o kentin niteliğini resmeder adeta. Başkent Ankara’yla gavur İzmir’i ele alalım örneğin. Ankara’da kişiler bir diğeriyle buluşmak için Dost Kitabevi’nin önünü, İzmir’de ise Sevinç Pastenesi’nin önünü tercih eder genelde. Bu durum başta anlamsız bir nüans olarak görünse de, aslında şehrin yaşam tarzı ve kültür niteliğinde nasıl da bir farklılığa yol açar. Ankara’da Dost Kitabevi önünde buluşmaya karar vermiş kimse Dost’un önünde beklemez, mutlaka içindede bekler. İçeride de durup beklemez, kitaplara dergilere yeni çıkan albümlere bakar. Buluşacağı kişi gelene kadar ya bir kitap alır ya da almasa da olur, bakındığıyla kalır. İzmir’de ise Sevinç’ten en fazla bir dondurma alıp çıkabilir insan ve yeniden dışarıda beklemeye devam eder. Bekleyen insan sıkılır ve çevresini incelemeye başlar. Belki de bundandır İzmir’in kızlarının bu derece süslü ve bakımlı olmasının nedeni, birbirlerini kestiklerinden. Herkes

Şehir: İzmir Dil: İspanyolca

Dil kurslarını hep sevmişimdir. Koca bir kepçe şehre rastgele dalar ve içinden karışık bir avuç adam alıp çıkarır, oturtur yanyana bir sınıfta. Ortaya çıkan sahne de genellikle şöyledir: 3-4 orta halli zararsız sesi pek çıkmayan öğrenci tayfası, bunlardan bir ikisi adeta dilini yutmuşçasına öğrenmeye geldiği yabancı dili konuşamadığı gibi kendi dilini konuşurken de sesi pek çıkmaz, 3-4 orta halli iş güç sahibi dansa -izellikle salsa ya da tangoya- merak salmış yaşları 40 ila 50 arasında değişen beyler, bunlardan biri mutlaka göbekli olur ve gevrek gevrek sırıtır, bir diğeri -daha genç olanı- sınıftaki öğrenci kızlara yazılır, 1-2 de güzel olduğu için kendinden emin burnu havada fondötenli genç kız, bunlardan mutlaka birisinin sesi öğrencilerin aksine çok çıkar "past tenseleri işlediniz mi, hayır ben biliyorum da" der. Bana yine yer yok! Bembeyaz inci dişli, sürekli 32 diş gülümseme halinde olan, latin kalçalı Panamalı hocamız ara vermeye karar veriyor. Sıkıcı bir 10 dakika. G

sabah-öğle-akşam

Evden işe gidiş yolunun otobüsünde kendime oturacak yer bulmuşum; mutluyum. Karşılıklı yerleşime sahip olan dörtlülerde pencere kenarındayım. Karşımda bir bayan, yanımda bir erkek, çaprazım boş. Ön kapıya yakın bir yerlerdeyiz. Yanımdaki bey otobüse binen bayanlardan birini tanıyor çıkıyor, buyrun diyor bayana, oturun karşıma. Bayan geri geri gidemeyeceğini belirtince, bey ona kendi yerini verip karşısına oturuyor, bayan da yanıma. İkisi de göze batan bir aşırılığı olmayan, ortalama halim selim insanlar. Muhabbet başlıyor. Bayanın annesi bir hastalıktan dolayı bir sene önce sizlere ömür olmuş. Şimdiki asıl vaka ise kemoterapi tedavisi gören 76 yaşındaki babası. Tüm aile ona bakıyor. Sohbet biraz ilerleyince bizim karşıdaki bey doktorlardan dem vuruyor 'allah bunların eline kimseyi düşürmesin' diyor bayana. ‘Ben sana bir ilaç yazayım bak günde iki kere vereceksin bundan, bir de üç posta vitamin, birşeyciği kalmaz babanın.’ ‘Doktorlar bilmezler bunu, bitkisel bir ilaç bu.’ Çaresi

the city of İstanbul

Deli dolu kaotik İstanbul kentine bir yolculuk daha. Büyük, kirli, karışık, devasa kent İstanbul. Içinde, yaşayanların kaybolduğu, sokaklarında evsizlerin uyuduğu, otobüsleri metroları bir yerden bir yere ulaşmaya çabalayanların doldurduğu koca kent. Şehrin kırışıklığı arasına hapsolmuş üç kuruşluk hayatlarını idame ettirebilmek için sabah körü yollara dökülen mutsuz kozmopolit çehreler. Sıkışan trafikte yarı uyuklar gözlerin yan otobüsteki bakışlarla kesiştiği sabah saatleri. Soluk benizli, yaz günü beklenmeyen yağmurdan dolayı sandaletleri çamurlanmış, saçlarının fönü inmiş zavallı genç iş kadınları. Normal koşullarda yağmurun şehri yıkayıp temizlediği düşünülebilir fakat bu şehirde kirli suyun akacağı yer yok. Delikleri tıkalı şehir İstanbul. Altı tamamiyle kokuşmuş. Pis suyunu akıtamayan şehir kendi pisliği içinde boğulmaya mahkum. Yarısı buharlaşacak, yarsısı da avare otomobillerin tekerlerinden kaldırımdan geçenlerin üzerine yapışacak. Pislik ordan oraya taşınacak, evlere ve yat

sırasızlık

Ankara'dan sonra İzmir'de beni en çok şaşırtan (çekmece dolap atkı kazak dolu, bekle bekle "kış"ın gelmemesi dışında) otobüs duraklarında sıraya girmesini beceremeyen (ya da böyle bir şeyi hiç düşünmeyen, sıraya girmek nedir bilmeyen ya da belki hayatında hiç sıraya girmemiş) halk oldu. Her şehrin kendine özgü insan yapısı vardır. Sustum, saygı gösterdim. İttirildim, savruldum, yanımdaki zor yürüyen yaşlı teyzeye yol verdim, bir adım geride durdum diye küfür bile yedim, İzmir'li bayanlarca otobüsün kapısının önünde manken gibi dikilmemem gerektiği, açıkgöz olmam ve otobüse çevik bir hareketle atlamam gerektiği hususunda uyarıldım. Artık ittirip kaktırıyorum, kolumu güruhun arasına sokuyor, insan topluluğunu yarıyor ve kendi küçük bedenime bir yer açarak binebiliyorum otobüslere. Alışmış olmam, bu durumu kabullenmemi gerektirmiyor neticede. Hala merak ediyorum: İzmir'li neden sıraya giremiyor?

daha çok beklersiniz

mesai sonrası, eve dönüş yolunda "gelmeyen belediye otobüsleri" maratonuna katılmış, koşturuyorum. alsancak'tan eve dönüşün iki yolu var. ya otuz kırk dakika bekleyecek ve yaklaşık kırk elli dakika süren "işkence" bir otobüs yolculuğu yapacağım elli kuruşa üzerinde olimpiyatlardan bir görünütü olan kentkartımla ya da oniki dakikada kapımdayım onsekiz yetele'ye taksiyle. bu "güzel" izmir'de "gelmeyen belediye otobüsleri" dışında bir ulaşım yok çünkü üçkuyular taraflarına. ne vapur, ne dolmuş, ne özel otobüs, ne çift katlılar ne de metro... güzide şehir izmir halkının çoğu bilir, alsancak-üçkuyular hattının vazgeçilmez otobüsüdür 169. gelin görün ki, bunca talebe rağmen sabah öğle akşam balık istifidir 169. özellikle de yaz aylarında, izmir halkım sıkışıklıktan terlerinin birbirine karışmasının verdiği samimiyetle elele, gözgöze, dizdize toplu bir cinnete girer 169'larda. varsa yoksa gürültü kirliliği eski püskü belediye otobüsleri

Küçük kız ve Bük

Kadın başını yanında uyuyan sevgilisine dayadı ve karşısında uzanan koca maviliği içine çekti, ayakları çakılların üzerinde, denize doğru açılmış eteğinin kenarından bacaklarını yalayan dalgaların taşkın köpüklerine anlattı tüm bildiklerini Bunlar, dedi Bunlar artık benim işime yaramayacak güzel bük. Tüm bildiklerimi al ve bana kendi bildiklerini ver. Aşık olduğum sen misin yoksa memleketin güzelliği mi? Sıradan bir yarımadada, küçük bir kız; koşup oynuyor kendince. Saçları iki yandan örülü, yüreği taşıyamayacağı kadar ağır coşkuyla dolu, koşturup duruyor yarımadanın sokaklarında. Çocuk işte; bazen düşürüyor yüreğini toprağa, canı yanıyor, iki ağlıyor, sonra bıraktığı yerden tekrar devam ediyor koşturmasına. Toprak yolları, çakılları, kurbağaları, Sahile vuran mideyeleri, deniz sonrası kirpiklerde biriken tuzu, Pembe beyaz begonvilleri Rüzgarı, rüzgarı, rüzgarı, Kafada saç bırakmayan lodosu, İnsanı dirilten buzdan bozma denizi, Küçücük limanı, Tekneleri, Birbirinden ş

Turuncu Balık

1. Bölüm: Bir zaman Sabahın serinliğinde, çimlerdeki buz tutmuş bir çiğ tanesiyim ben. Gökyüzünden buraya düşene dek oluştu bedenim. Eskiden kocaman, mavi -ama hiçbir insanoğlunun tanımlayamayacağı güzellikte bir mavi-, masmavi bir bulutun parçasıydım. Anne bulutun milyonlarca yavrusundan biriydim ben de. Anne bulut bir gün güneşe gider ve şahane bir kırmızı şarap alır ondan; içenlerin içini güneş gibi ısıtan, yanaklarını pembeleştiren ve tüm güzellikleri, çirkinlikleri aydınlatan, yani tüm gerçekleri gözler önüne seren bir şarap. Kırmızı şarap aslında güneşin bir parçasıdır; her gün damla damla hayatımıza yayılan, fazlası başımızı döndüren, tüm saklanmışlıkları ortaya çıkaran, karanlıkları aydınlatan. Anne bulut bu şarabı içmek için gün ışığının kaybolmasını bekledi. Saklandıkları yerden ortaya çıkanların tekrar karanlığa gömülmesini ve şehre puslu soğuk havanın inmesini bekledi. Yorganının altına girdi ve sabırla gizemin evrenin her zerresine sinmesini izledi. Hani insan nasıl gün

karaköydeki büfede tost ayran

bankacılar sokağı - galata köprüsü - kemeraltı caddesi kesişimindeki yol ortası büfede tost-ayran beklerken istanbul, başıboş deli şehir, her köşesi doldurulmuş zengin çılgın şehir, insanı unutan yutan zaman zaman boğan koca şehir. kime yetişeceksin? nasıl yetişeceksin? keşmekeş curcunanın ortasında kaybolmuşluk. tost kötüydü. ayran güzel. sabahın açlığı bastırıldı. çay olmadan olmaz. işletmeciler suratsız. şekerin çayda eriyişi gibi eriyiveriyor insan istanbulun sokaklarında. azgın trafikse kaşık görevini görüyor ve yok ediyor insanı şehrin girdabında

odtü-baraka-dksk-demirkazık-utku-bürkan

Ankara’mın sevgili bir üniversitesidir ODTÜ. Ülkenin dört bir yanından gelir öğrenciler. İlkin kimse tanımaz birbirini. Tek başınasındır geldiğinde. Kendi çocukluk heveslerin vardır, hayallerin, coşkuların; paylaşılmayı, paylaşıldıkça artmayı bekleyen. Birgün yolun BARAKAnın önünden geçer... BARAKA bir küçük binasıdır ODTÜ’nün. İnşaat zamanı, plana aykırı inşa edilmiş derme çatma köhne eski bir yapıdır. Ne önemi var diyeceksiniz? Nedir bizi, hepimizi bu kadar birbirimize bağlayan? BARAKAydı kuşkusuz dağlara, bayırlara, kayalara olan sevdamızın kaydını tutan. BARAKAydı nice aşkların tohumunu serpen, bir ömür boyu arkadaşlıklarımızın temelini atan. BARAKAdır, BARAKAmdır, BARAKAmızdır bizi ve coşkun sevdalarımızı kucaklayan. Nice resimler çizildi, yazılar yazıldı, sloganlar atıldı duvarlarına. Çatısına çıkılıp şaraplar içildi, önünde ateşler yakıldı, çadırlar kuruldu, fotoğraflar çekildi. Ne muhabbetlere, ne çay sohbetlerine ev sahipliği yaptı BARAKAm. Yönetim önce duvarlarını griye boya